ExAd.me
Monday, June 08, 2009
Tarihi TCDD İstanbul Sirkeci Garı
İstanbul, TCDD İstanbul Sirkeci Garı Demiryolu Müzesi
Sirkeci Garı’nın Tarihçesi
İstanbul’un Avrupa’ya açılan kapısı Sirkeci Gar’ının temeli 11 Şubat 1888 günü büyük bir törenle atıldı. 03 Kasım 1890’da hizmete açılan görkemli gar binasının mimarı Alman mimar ve mühendis A.Jasmund’dur. Berlin Üniversitesi mezunu olan Jasmund şark mimarisi konusunda incelemeler yapmak üzere İstanbul’a gelmiş, Sultan II.Abdülhamit’in güvenini kazanarak sarayın danışman mimarı olmuştur.
Jasmund gar binasının projesi hazırlanırken özellikle bir nokta üzerinde durmuştu. İstanbul, batının bitip Doğu’nun başladığı yerdi. Birbaşka deyişle Doğu ile Batı’nın birleştiği noktaydı. Bu nedenle bina oryantalist bir uslupla hayata geçirilmeli, bölgesel ve ulusal biçim kalıplarına yer verilmeliydi. Bu uslubu yansıtmak için cephelerde tuğla bantlar kullanıldı. Sivri kemerli pencereler, ortaya ise Selçuklu dönemi taş kapılarını anımsatan geniş bir giriş kapısı yaptı. Vitraylar bu uslubu tamamlıyordu.
Binanın kaidesi granit, cephesi mermer ve Marsilya Arden’den getirilmiş taşlarla yapıldı. Bekleme salonlarına, Avusturya’dan getirilmiş büyük çini sobalar konuldu. Binanın aydınlatılması ise çeşitli yerlere konulan 300 havagazı feneriyle sağlandı.
Sirkeci Garı’nın yapıldığı dönemdeki hali çok görkemliydi. Deniz binanın eteklerine kadar geliyor ve denize taraçalar halinde iniliyordu.
Orta girişin iki yanında saat kulesi, üç büyük lokanta, ayrıca binanın arkasında geniş bir bira bahçesi ve açık hava lokantası bulunmaktaydı.
Gar’daki büyük lokanta ise binanın saat kulesi cephesindeydi. Lokantaya uzun mermer merdivenlerle çıkılıyordu.
Yedikule’de yapımına başlanan demiryolu Yenikapı’ya geldiği zaman hattın, Sarayburnu’na kadar uzanan Topkapı Sarayı bahçesinden geçirilmesi konusu uzun tartışmalara yol açmış, Abdülaziz’in izniyle hat Sirkeci’ye ulaşmıştır.
Ancak, Sirkeci’ye ulaşan demiryollarının yapımında istimlak amacıyla tarihi değerine paha biçilemeyen Bizans ve Osmanlı saray ve köşkleri yıkılmış, sahil özeliğini yitirmiştir.
Gar’ın büyük kapısı üstünde bugün mevcut olmayan ama yeri bulunan tuğra ile Muhtar Efendi tarafından tanzim edilmiş şu kıt’a yazdırılmıştır.
Ulu Hakan himmet ederek
Buyruk verdi.
Demiryol için bu gönül çeken
İstasyonu yaptırdı.
Tarihi ilan için çıktı özel bir tren
Sultan Hamit yaptırdı bu süslü ve gönül çeken istasyonu
1869 yılında yapım imtiyazı verilen 2000 km.lik Şark demiryollarının milli sınırlar içinde kalan 337 km.lik İstanbul-Edirne ve Kırklareli-Alpullu kesiminin 1888 de bitirilerek işletmeye açılmasıyla İstanbul, Avrupa demiryollarına bağlanmıştır.
Müze İstanbul Gar Binası içinde yaklaşık 45.50 metrekarelik alanda 23 Eylül 2005 Müze demiryolu sevgisini halkımıza aşılamak, gelecek nesillerin kullanılan eski objeleri tanımasına yardımcı olmak ve kaybolup yok olmalarını önlemek amacıyla kurulmuştur. Müzede sergilenen eserler, bulunduğu yer sebebiyle Sirkeci Garı ağırlıklıdır. Yaklaşık 300 eser sergilenmektedir.
Müzede sergilenen bazı eserler;
· Kuruluşun kapatılmış birimlerden olan Hastaneler ile TCDD Meslek Lisesi ve TCDD Pratik Sanat Okuluna ait fotoğraf ve objeler,
· Osmanlı dönemi evrak, vesika, harita, plan projeler ile Orient Ekspresine ait malzemeler,
· Kuruluşun kullandığı araç, makine ve teçhizat malzemeleri,
· Çalışır vaziyette bulunan tren maketi,
· Sirkeci/de ilk çalıştırılan elektrikli banliyö treninin makinist bölümü,
Müze, Salı-Çarşamba-Perşembe-Cuma ve Cumartesi günleri saat 09.00-12.30 13.00-17.00 saatleri arası hizmet vermektedir.
Boğaz’ın Erguvanları solmadan
İstanbul’a en çok yakışan ağaçtır. Aslında çiçek açmadığı zaman, şekilsiz bir çalı. Ama hava biraz ısındı mı, şöyle nisan ortası gibi; bir şölene dönüyor bütün şehir. Japonların kiraz çiçeği bayramı solda sıfır kalır. Benim şehrimin erguvanları, bana göre menevişli, cilveli, pespembedir. İstanbul’un en güzel mevsimi, erguvan mevsimidir…
Her sene aynı oluyor: Bir koşuşturma başlıyor, bir harala gürele, baharın gelişi gecikiyor; erguvan mevsiminin o görkemli açılışını atlıyorum. Ne zaman ki öylesine yolda yürürken yere düşen o pembemsi çiçeklere basıyorum, o renk başımı döndürüyor; birden kendime geliyorum. Erguvan Mevsimi! Aynı anda o korkunç “Eyvah, kaçırdım mı?” hissiyle, işi gücü atıyorum. Ajandada ne varsa iteliyorum. Hemen Boğaz’da alıyorum soluğu. İki yakada birden dolaşıp erguvanları seyrediyorum. O aralarda çıkan pembe çiçeklerle, şehrimin Şehrazat’ın masalları gibi, görkemli ve masalsı duruşuna aşık oluyorum…
Dernekleri bile var
Erguvan, baklagiller familyasından, 2-10 metre boylarında bir tür çalı ya da ağaççık. Kışın yapraklarını döküyor. Erguvani renkteki çiçekleri, ilkbaharda belirmeye başlıyor. Çiçekler dalların, hatta ağaççıkların gövdelerinde açıyor. Bu morla pembe arasındaki taklit edilemez renkteki çiçekler, taa uzaklardan bile fark ediliyor. Yaza girmeden de o olağanüstü gösteri, ne yazık ki sona eriyor. ”Aşk Ağacı” da deniyor, ama Erguvan’ın batı dünyasındaki yaygın adı "Juda's tree-Yehuda'nın ağacı". Efsaneye göre İsa'ya ihanet eden Yehuda, duyduğu pişmanlık sonunda kendini bir erguvan ağacına asar. O zamana kadar bembeyaz çiçeklerle açan ağaç, o günden sonra "erguvani" renklere bürünür. İlkbaharda gövdeden ve dallardan çıkan çiçekler de, efsaneye göre gözyaşlarıdır... Sonsuz romantikliğinden olsa gerek, "Aşk ağacı" olarak da adlandırılan erguvanın çiçekleri yenebiliyor. Doğu tıbbında damar açıcı olarak kullanılıyor. Amerikan yerlileri olan Kızılderililer de, ateşli hastalıklar ve bulantıya karşı ağacın kökünü ve dallarının kabuklarını kaynatarak suyunu içiyor.
Anadolu’nun bazı yerlerinde, hafif ekşimsi tadından dolayı, salataya serpiliyor; hafifçe kızartılarak da yeniyor. Marmara, Ege ve Akdeniz'de, biraz da Batı Karadeniz'de görülüyor. Aslında Akdeniz kökenli olduğu için, İstanbul’un kuzey rüzgarlarına açık olan bölgelerinde pek yaşayamıyor.
Uzun yıllardır, çeşitli şehirlerde adına şenlikler düzenleniyor. Sevenleri Ankara’ya bile dikiyor. Tabii tartışmasız, bana göre, en çok İstanbul'a yakışıyor.
Ağaçlarının çiçek açması, mevsime göre değişiyor. "Erken ilkbahar" dönemi, bazen nisan sonuna kadar uzuyor. Hatta bazen mayıs başına kadar kendini göstermediği oluyor.
Bir sürü çeşitte ve değişik renkte çiçek açanı bulunuyor. Bursa Büyükşehir Belediyesi'nin çıkardığı "Erguvan Muhabbeti" kitabından, Ramis Dara'nın olağanüstü çalışmasından öğrendiğime göre de, ülkemizde en yaygın olan "cercis siliquastrum" türü erguvan. Bu türün ayrıca "alba", "rubra", "fructu ruba", "bodnant", "penduliflora" gibi alt türleri de mevcut. Gene aynı kitapta, Bursa’da kutlanan “Erguvan Bayramı”ndan, vakitsiz ölen Emir Sultan’ın ölüm gününe denk gelen erguvan açma zamanından bahsediliyor.
Zeynep Göğüş’ün başlattığı “Bir Erguvan Ağacı Dikelim” kampanyasının sonucu mudur nedir, bu mevsim başımı nereye döndürsem o renkle karşılaşıyorum: Puslu bir pembe; hafif mavi ve morlar katılmış bir tür açık mor.
Subscribe to:
Posts (Atom)